Mustafa Bilici: Azınlık bir güruh için milletin parası ziyan edildi

Mustafa Bilici: Azınlık bir güruh için milletin parası ziyan edildi

ABONE OL
Aralık 24, 2023 17:48
Mustafa Bilici: Azınlık bir güruh için milletin parası ziyan edildi
0

BEĞENDİM

ABONE OL

Meclis’te bütçe görüşmeleri devam ediyor. Görüşmelerin sürdüğü Meclis’te milletvekilleri de gündeme ilişkin açıklamalarda bulunuyor. O vekillerden biri de Gelecek Partisi Millevekili Mustafa Bilici’ydi… Bilici yaptığı konuşmada iktidarın politikalarını eleştirerek, “Azınlık bir güruh için milletin parası zayi edildi. Konfor alanlarından, menfaat meskenlerinden, millete tepeden bakarak insanları hakir gördünüz.” dedi.

Milletvekili Mustafa Bilici’nin konuşmasının tamamı şu şekilde:

Ülkesinden kaçmak isteyen, başka diyarlarda ümit arayan nesiller ürettik. Kimilerini KHK’larla sivil ölümlere mahkûm ettik; kimilerini mülakatzede kıldık. Aileleriyle birlikte milyonlara ulaşan, on binlerce insanımızı siyasi kriterlerle suçlu ilan ettik. Tam 2,5 milyon vatandaşımızı terör şüphesiyle soruşturmalardan geçirdik.

Bir yandan İnsan Hakları Strateji Belgeleri hazırlıyormuş gibi yaparken, diğer yandan Avrupalı Parlamenterler önünde “AYM kapatılsın” diye çağrıda bulunduk. Yerel mahkemelerin AİHM ve AYM kararlarını uygulamamalarını, yerlilik-millilik diyerek savunduk. “Örtülü Af” yasalarıyla ayrımcı ve eşitsiz yargı ve infaz ortamı yaratıp insanımız mağdur ettik.

Bazı medyatik şahsiyetleri siyasi rehine kılıp ülkenin imajını yerlerde sürükledik. Sonra da çıkıp “merak etmeyin rasyonaliteye döndük” müjdesi verip ters giden her şeyin düzeleceği masalına milleti inandırmaya çalıştık. Rasyonalitenin sadece finans muhasebesini ilgilendirmediğini, başta hukuk olmak üzere her alanda rasyonel bir akıl ve vicdanla hareket etmek anlamına geldiğini hala kavrayamadık.

Çarpık “Enflasyon yüzdeleri” kavgalarıyla yıllarımızı tükettik. Milleti hakkettiğinin daha azına razı etmek; emeğinin, döktüğü terin karşılığını vermemek için kurumlara gerçekleri söyletmedik, defalarca yöneticilerini değiştirdik.

Rasyonel politikaları öğütleyenlere “mandacı” dedik, “dış güçlerin ajanı” muamelesi yaptık. O sözde mandacıların tümü haklı çıktı ama hala birileri, derin bir sessizlik içinde susmaya devam ediyor!

Nice EYT’liyi, emekliyi mağdur ettik. Ülkede 2 milyona yakın konut fazlalığı varken, ev bulma derdi ve devasa kiralar yüzünden milleti birbirine düşman kıldık. Bozulan ekonomi yüzünden 2 sınıf yarattık. Birileri ev satıp kiracı konumuna düşerken, diğerleri yatırım aracı kıldığı için 10 evini 20’ye 30’a çıkardı. Kiralar da önü alınmaz şekilde katlandı.

Depremzedelere verdiğimiz sözleri tutamadık. En çok övündüğümüz betonlaşma siyasetinde bile TOKİ’zedeler yarattık. Yıllardır 30’a yakın şehirde, söz verdiğimiz halde bir çivi bile çakamadık! Yargıya olan güveni tarumar ettik. Hukuksuzluk, rant, rüşvet ve yozlaşma ağı yargıyı da cenderesine aldı. Bunları gündeme getiren üst yargı mensuplarını linç etmekten geri durmadık. Suç örgütü liderlerini içeriden çıkarmak için torba yasalar icat ederken, yargı kurumlarını, o kurumların başındakileri terörle iltisaklı ilan eden siyasi retorikleri baştacı ettik.

“Sessiz Devrim”lerin yapıldığı ve toplumun tüm renklerinin kuşatıldığı günleri unutup 90’ları özler hale geldik. 90’ların nutukları, hedef göstermeleri, klik savaşları, topluma korku salma günleri geri geldi. Muhalif siyasi, gazeteci, aydınları tehdit eden, hedef gösteren, onlara yapılan saldırılarda failin arkasında duran, tutuklanmasını engelleyen, sorgulayan savcıları sosyal medyada linç ettiren bir siyasi vasat oluştu.

Mafyalardan dolarla maaş alan siyasiler, davasına gireceği adamın yaş günü partisine katılan yargı mensupları, suçu kapatmak için rüşvet pazarlığı yapan gazeteciler türedi. Ülkedeki yozlaşmanın pek çok örneğini suç örgütü liderlerinin sosyal medya mesajlarından öğrendik. Kurumların başkanlarının, yöneticilerinin, akrabalarının ne haksız servetler edindiklerine ve birbirlerine nasıl düştüklerine bu ifşalar sayesinde muttali olduk. Olduk da ne oldu? Bakanlığına dezenfektan satan bakanların şükran duygularıyla yolcu edildiği bir ülke haline gelmiştik artık.

Kayyumlarla bir halkın seçme ve seçilme hakkının elinden alındığı günleri yaşadık; yaşamaya da devam ediyoruz. En kötüsü de bu hukuksuzlukların tümünü kanıksar hale geldik. Tıpkı akraba kayırmacılığı kör göze parmak sergileyen rektörleri, bürokratları, kurum başkanlarını hep birlikte kanıksadığımız gibi.

Tıpkı FETÖ Borsalarını, servet transferlerini vakayı adiye misali sindirdiğimiz gibi. Tıpkı Saadet Zinciri senaryolarını, kara paranın baş döndürücü seyahatlerini magazin haberi misali izler gibi. Bütün bunların bizim en değerli sermayemiz olan “insan”a yaptıklarını hesap edemedik. Bütün bu yozlaşma ikliminin trilyonlarca sokağa atılan, tarihi borçlanma ve faiz rakamlarına mal olduğunu hala tam anlamıyla idrak edebilmiş değiliz.

Tıpkı dün, Kürt illerindeki yerleşim yerlerinin isimlerini aslına tevdi ettiğimiz günlerden, bugün tabelalara müdahale eden seviyelere gerilediğimiz gibi. Anadilinin ak sütü gibi helal olduğunu defalarca zikrettiğimiz zamanlardan, bugün Meclis’te Süryaniceye bile tahammül edemediğimiz zamanlara eriştik.

Adil Yargılanma hakkını lime lime ettik. “Hak ihlali” kararları veren mahkemelerin hükmünü yok ettik. Hak-hukuk-adaletten yana tavır koyan hakim-savcıları tehcir ettik, defalarca söz verilen coğrafi teminatı yerle yeksan ettik. Ondan sonra da “neden karne notlarımız böyle, bize operasyon çekiliyor” diye feveranlar kopardık.

Oysa AİHM’in kapılarına binlerce vatandaşımızın dayanması o dış güçlerin işi falan değildi. Ne ettiysek kendi ellerimizle ettik. 15 Temmuz sonrası yepyeni sivil bir anayasa yapma, daha fazla hukuk, daha fazla özgürlük, daha fazla sivil haklar inşa etme imkanlarına kavuşmuştuk. Engelimiz de yoktu. Maalesef tek engelimiz korkularımız ve güç istencimiz idi.

İşte o yüzden Türk Tipi Başkanlık Sistemi diye bir şey ürettik. De facto güçler birliği oluşturduk. 28 Şubatların pek çok aktörüne tekrar yol verdik. Zararı sadece bize olmadı. Önce bağrımıza bastığımız, sonra da ırkçı kesimlerin önüne attığımız mültecileri de bu kadrolara kurban verdik.

Kimilerini insan kaçakçılarının önüne attık, kimilerini haksız hukuksuz “De portlarla” sınır dışına kovaladık. Aile bütünlüklerini bozduk, entegrasyon politikalarını baltaladık. Dün, “gönül coğrafyaları”, “tarihi sorumluluk alanları” dediğimiz coğrafyalarla, onları barındıran halklarla aramıza engeller koyduk.

En barizini bugünlerde Filistin’le alakalı yaşamaktayız. Oysa toplanıp toplanıp esip gürlüyoruz, ama  yağamıyoruz. Tek bir yaptırım maddesini bile “soykırım cellatlarına” uygulatmayı beceremedik. “Dünya 5’ten büyüktür” günlerinin ahlaki meşruiyetinden uzak düşmenin bedelini ödediğimiz çok açık.

Dışarıda güçlü olmanın, inandırıcı ve etkili olmanın yegâne yolunun asıl içeride barış ve güvenliği sağlamaktan, hukuk devletini ihya etmekten geçtiği gerçeğini unutuverdik! Topluma yanlış ve çarpık bir beka anlayışını zerk ettik.

Dün, açılımlara, çalıştaylara, “demokrasi ve hukuka” omuz veren bir toplumdan, korkularıyla yüzleşmekten korkan, baskıcılığı güvenlik zanneden, özgürlükleri esareti sanan bir kitlesellik yarattık. Bunun yanında onu fakirleştirdik, yoksullukta eşitledik.

Öte yandan, 2040’lı yıllara kadar evlatlarımızı, torunlarımızı borçlu kılacak, onlara kullanacağımız kaynakları kurutan hazine garantili yap-işlet sistemleri ürettik. “Yeniden hesaplamaya gidelim, halkın parası zayi olmasın, azınlık bir güruha millet olarak milyarlarca doları ödemeyelim” dediğimizde karşımıza “Londra Tahkimini” koyan, ama yerlilik-millilikten de kimseye pay vermeyen bir zihniyete mahkûm edildik.

Şimdi bütçe konuşuyoruz ama Yapısal Reformlara girişmeden kaybettiğimiz güveni nasıl kazanacağız? Torba yasaların baş tacı edildiği, her bir konunun tek kişinin ağzına baktığı bu sistemde nasıl olup da ortak akla dayalı bir sistem inşa edeceğiz? Bu, geleceğimizi ilgilendiren KOCAMAN BİR SORU!

Siyasetin ancak “normalleşme” sayesinde yaralarını sarabileceğini, normalleşen siyasetin toplumda da sinerji oluşturacağını hala kabullenmekte zorlanıyoruz. Normalleşmeyi, hukuku, özgürlüğü gücü zayıflatacak bir zaafiyet olarak gören bir anlayışla nasıl gerçek, sahici, hakiki, akıl, liyakat, ehliyet, adalet ve merhamet içre bir sistem oluşturabileceğiz?

Soru çok ama cevaplamaya niyetimiz var mı asıl bunu konuşmamız lazım! Konfor alanlarımızdan, menfaat meskenlerimizden, pragmatik çıkar alanlarımızdan, yani kabuslardan uyanıp bu soruyu kendimize sorup yol alabilecek miyiz acaba?

En az 10 karakter gerekli

Veri politikasındaki amaçlarla sınırlı ve mevzuata uygun şekilde çerez konumlandırmaktayız. Detaylar için veri politikamızı inceleyebilirsiniz.